30 Aralık 2013 Pazartesi

Çocuklarda sınav kaygısı nasıl önlenebilir?



Sınav Kaygısı Nedir, Ne Değildir?

Çocuklar okula başlayana kadar rüya gibi bir dönem geçirir. Uyanık geçirdikleri sürenin neredeyse tamamında oyun oynar, yeni keşifler yapar ve sevdikleri insanlarla bir arada vakit geçirirler. Ancak okulun başlamasıyla birlikte bu dönem sona erer. Artık hayatlarında daha önceki döneme göre çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkan bir kavram vardır:sorumluluk… Öğrenilmesi gereken konular, yapılması gereken ödevler, tekrar edilmesi gereken dersler, okula vaktinde gitmek için uyanılması gereken saatler ve güzel bir karne getirebilmek ya da iyi eğitim veren okullara girebilmek için geçilmesi gereken sınavlar…

Öğrencilerin akademik başarılarını ölçmek amacıyla uygulanmakta olan sınav sistemine çocuklar birbirlerinden farklı şekilde tepki verirler. Bazı öğrenciler için sınava hazırlık ve sınav süreci eğitimin ‘olağan’ parçalarıdır. Dolayısıyla sınav performanslarını olumsuz yönde etkileyen bir sorun yaşamazlar. Bazı öğrenciler için ise sınava hazırlık ve sınav süreci oldukça kaygı vericidir. Bu çocuklarda başarısız olma korkusu o kadar yoğun yaşanır ki, sınav anında sahip oldukları bilgileri kullanmakta zorlanırlar. Buna bağlı olarak da sınav öncesindeki kötü senaryo gerçek olur: çalışmalarının karşılığında beklediklerinden daha düşük bir sonuç alırlar. Başarısız olma korkusunun başarısız olma ile sonlandığı bir kısır döngü oluşur. Bu kısır döngüye girmemek ya da performansı olumsuz etkileyen kaygıdan kurtulmak için sadece çocuklara değil ailelere ve öğretmenlere de görev düşmektedir.

Başarısız olma korkusu olarak adlandırabileceğimiz sınav kaygısını yaşayan öğrenciler sınava hazırlanırken, sınav anında ve sonrasında pek çok farklı belirti gösterebilir. Bu belirtiler zihinsel, duygusal ya da bedensel kökenli olabilir. Bu belirtilerin anne-babalar ve öğretmenler tarafından gözlenmesi sıkıntının giderilmesinde büyük önem taşır. Çünkü çocuklar sıkıntı ve ihtiyaçlarını belirtmekte yetişkinlerden daha çok güçlük çeker.

Bir öğrencinin yüksek düzeyde sınav kaygısı yaşadığı nasıl anlaşılır?

Düşüncelerini toparlayamama ve ifade edememe,
Unutkanlık veya öğrendiklerini aktaramama,
Dikkat ve konsantrasyon güçlüğü,
Bilgileri anlamada güçlük çekme,
Çarpıntı ve düzensiz kalp atışı,
Düzensiz solunum ve solunumda güçlük,
Ellerde titreme ve ateş basması hissi,
Baş dönmesi,
Kas yorgunlukları ve uyuşma,
Terleme ya da üşüme
Mide krampları ve baş ağrısı
Gerginlik ve sinirlilik,
Heyecan ve panik,
Karamsarlık ve güvensizlik,
Korku


Anne, baba ve öğretmenler çocuklara nasıl yardımcı olabilir?

Kaygıyı yok etmeye çalışmayın:
Amaç kaygıyı tümüyle ortadan kaldırmak değil, kaygıya yenik düşmemek ve yaşanan kaygıyı belli bir düzeyde tutmaktır. Eğer bir konuda hiç kaygı duymuyorsanız, o konuyu önemsemiyorsunuz demektir ve motive olmanız da mümkün değildir. Normal düzeydeki bir kaygı, istek duyma, karar alma ve alınan kararlar doğrultusunda enerji üretme ve üretilen bu enerjiyi kullanarak performansın yükseltilmesine yardımcı olur. Bu nedenle çocukların kaygıyla başa çıkmasına yardımcı olurken kaygıyı ortadan kaldırmaya çalışmak yerine kontrol edilebilir seviyeye çekmesine yardımcı olmaya çalışın.

Zaman yönetimi konusunda çocuklara yardımcı olun:
Pek çok öğrenci sınava hazırlanmak için yeterince zaman ayırmadığını düşünür. Bu nedenle de sınav saati yaklaştıkça panik içerisinde hazırlıklarını devam ettirmeye çalışır. Girilecek sınava hazırlanmak için gereken süreyi ayarlamak çocukların daha sakin bir şekilde hazırlanmasına ve sınav anında kendini daha rahat hissetmesine yardımcı olur. Çocukların aynı anda birçok şeyle ilgilenirler ve zamanlarını organize etme konusunda zorluk yaşarlar. Onların bu beceriyi kazanması için yetişkinlerin destek olması önemlidir. Ancak burada çocukların sosyal ihtiyaçları göz ardı edilmemelidir. Sonuç olarak eğer zaman yönetimi konusunda zorlandıklarını gözlemliyorsanız ona yardımcı olmaya çalışın.

Sınavlar öğrencinin kişiliğini değil, bilgisini ölçer:
Sınavın bilgi yerine kendi kişiliğini değerlendirdiğine inanan çocuklar daha fazla kaygılanır. Bu şekilde yapılan bir değerlendirme beden kimyasında bir takım değişikliklere yol açar. Ortaya çıkan kaygı, akıl yürütme ve soyut düşünme yönündeki zihinsel faaliyetleri bozar. Bu etkileri nedeniyle sınava yüklenen anlam, performansın düşmesine neden olan en önemli faktörlerden biridir. Kendini sınav sonucuna göre “yetersiz” ve “değersiz” gören bir çocuğun mutsuz olacağı ve özgüveninin düşeceği, buna bağlı olarak da gireceği sınavlara yönelik korkusunun artacağı açıktır. Çocuklara, girdikleri sınavın sonucu ne olursa olsun değerli olduklarının hissettirmek sanıldığı kadar zor olmayacaktır.

Sonuçtan bağımsız olarak gösterilen çabayı takdir edin:
Çaba, zeka ve yetenek gibi değişim sağlanması mümkün olmayan özelliklerden farklıdır. Çünkü çaba artırılabilir ya da azaltılabilir. Sınava hazırlanmak için elinden geleni yapan buna karşı sınavdan beklentisinin altında sonuç alan bir çocuk, ailesinden ya da öğretmeninden sadece eleştiri alırsa kendini çaresiz hissedecektir. Bu nedenle öncelikle gösterdiği çaba için takdir edilmeli ve sonrasında yaşanan soruna odaklanılmalıdır. “Ne yaparsam yapayım olmuyor” diye düşünen bir çocuk, sonraki sınavlar için motivasyonunu kaybedecek ve daha az çaba göstermeye başlayacaktır.

Geçmişte gösterilen başarıları hatırlatın:
Sorun yaşanmaya başlamadan önceki başarıları hatırlatmak çocukların motivasyonunu yükseltecektir. Bu süreçte çocuğun hangi özelliklerinin başarısına katkıda bulunduğuna vurgu yapmak hissedilen çaresizliği azaltacaktır. Sahip olduğu olumlu özelliklerin çevresi tarafından da fark edildiğini gören çocuk kendini daha güçlü hissedecek ve sorunuyla daha rahat başa çıkacaktır.

Sosyal becerilerini destekleyin:
Okulun başlamasıyla beraber, çocuklar vakitlerinin büyük kısmını akademik beceriler kazanmaya ayırır. Özellikle 6. sınıftan itibaren başlayan yıl sonu sınavları, hafta sonlarının dershaneye ayrılmasına neden olmakta ve çocukların arkadaşlarıyla geçirdiği vakitler gittikçe azalmaktadır. Ayrıca spor, sanat ve diğer uğraşılara ayrılan zaman da kısıtlanmaktadır. Çocukların çok yönlü bir gelişim göstermesini olanak sağlamak uzun vadede ortaya çıkabilecek kötü alışkanlıkların engellenmesinde bu tür etkinliklerin büyük önemi vardır. Okulda yaşanan stresle başa çıkabilmesi ve kendini geliştirebilmesi için çocukların bu tür etkinliklere zaman ayırması bir kayıp değil tam tersine öğrenme sürecini de olumlu etkileyecek bir kazançtır.

18 Aralık 2013 Çarşamba



Çalışanı takdir etmenin 5 yolu



Bir iş yeri sahibiyseniz, çalışanlarınızın mutlu, huzurlu ve verimli çalışması için size düşen, onları takdir etmek. İşte onlara teşekkür etmenin yaratıcı yolları...

Çalışanın iş yerindeki motivasyonunu artırmak, daha mutlu ve verimli çalışmasını sağlamak için işverenlere düşen, çalışanını takdir edip ona teşekkür etmek. Fastcompany.com, çalışana teşekkür etmenin yaratıcı yollarını şöyle sıralıyor:

Teşekkür etmek erdemdir. Bazen, gerektiği kadarını yapmakla elinden gelenin en iyisini yapmak arasında bir teşekkür kadar mesafe olabilir.

Kişisel iletişim kurun. Interchanges şirketinin CEO’su Chris Patterson’un mesaiye kalan çalışanlara ve ailelerine hitaben el yazısıyla yolladığı “teşekkür” kartları size ilham verebilir.

Zaman değerlidir. Hak ettiğine inandığınız çalışanlarınıza “zaman verin”. Ödül olarak bir saat fazla öğle arasına çıkmak için bütün işler hızlanabilir.

Ufak ama doğru hediyeler büyük sonuçlar verir. Kişisel meraklarına göre ödüllendirebilirsiniz: Çift kişilik konser bileti, hediye çeki gibi.

Değiyorsa kurallar esnetilebilir: İş yerinde mutlak eşitlik olamaz. Her zaman birileri daha çok emek veriyordur. Buna inandığınız bir durumda iş yeri adaletine ciddi zararlar vermeden kuralları bireye özel esnetebilirsiniz. Sabahları uyanamayan bir tasarımcı; donanımlı ve çalışkansa, biraz daha geç gelip geç çıkabilir.

16 Kasım 2013 Cumartesi



Yeni başlayanlar için kaos teorisi


Yaratıcı bir güce sahip olmadığımı zannediyorum, fakat sanırım bunun aksine, güçlü bir yok etme yetisine sahibim. Hani kuramcılara göre, bir maddenin uzayda kaybolmasının mümkün olmayışı gibi, ortaya koydukları ahmakça bir sonuç vardır ya hani, inanmayın!
Herkes şuurunu gözbebeklerinde taşısa, dünyada acı diye bir şey kalmaz. İnsanlar gelip geçer, öylece, birer belediye otobüsü gibi. “Bir çeşit boşlukta salınım hikayesi”nin baş kahramanı olabilmek için hangi cast ajansına baş vurmalıyım?
“Kalabalıkların arasında yalnızlık” söz öbeğini bin beş yüzüncü defa kullanan bir yazıcı olmak istemem ama, az önce iş çıkışı, arabadan inip son gücümle, kentin en kalabalık caddesinin orta yerinde bağırmak istedim: “Nerdesiniz?”

Bu dünya geçersiz bir işlem yürüttü, kapatılacak.

Sevdiğim bütün insanları birer birer toprağa gönderiyorum. Gidip mezar başlarında dua edemeyecek kadar inançsızım.
Bir “Hayatımdaki güzel ölüler” güncesi tutsam, “Geriye kalanlar” isimli çalışmam, ancak ince bir broşür olur…
Bir gün, nenemin Ağustos kokulu divanının öbür ucunda oturmuştum, bütün torunları tarafından ilaç niyetine verilen –Onun Glukofen zannettiği- günlük “Bonibon”unu ağzına attı, şöyle dedi:
“Hey hat! Bu yaşta, ancak insanın ilaçları renklidir oğlum, gözleri değil…”

Mevzubahis delirmek olunca gerisi teferruattır.

Buna tıp dilinde "desantrasyon" deniyor. Ruhsal dağılmışlık, renk skalasında fluluk, odaktan uzaklaşma...
Çocukken, bizim sokağın en ünlü bakkalının karşısındaki turuncu apartmanda oturuyorduk. Mahallenin uzak yollardan gelen bir delisi vardı. Bütün balkon anılarımda yer etmiştir. Her gün, belirli bir saatte dükkanın önüne gelip, manav tentesini tutarak halay çeken bir adam düşleyin! Hiç unutmam, tenteyi bir mendil gibi sallar, ayak ritimlerini hiç bozmazdı.
Delilik, her şeyi büyük düşlemektir. Böyledir.


Teyzengilin ordaki tavukçu, sana bunları verebilir mi ha?
Herkese öyle gelir. Herkes yaşadığını en güzel ya da en kötü zanneder. İnsanlar dediğin şey, yalnızca kendilerini düşünen, kibirleri ağızlarından taşan garip mahluklar bütünüdür, hepsi bu.
İnsanlar birbirine sorar;
“Ben sana içimi açacağım ama, sen de açacak mısın göreyim?”
“Benim acım işte bu, senin acın da bu kadar büyük mü söylesene!”
Çocukken bir oda dolusu oyuncağım vardı, ne yalan söyleyeyim. Eve gelen çocukların, evlerine dönerken üstlerini arama isteği duyan tek çocuk travmaları da yaşadım çoğunlukla ve aradım hepsinin bütün ceplerini.
Bir insan ancak o yaştayken bu kadar bencil olmalı, ve ancak çocukken böyle sorular sormalı belki:
“Ben sana oyuncaklarımı oynatacağım ama, bakayım senin de var mı?”

Aşk iki kişiliktir Hüseyin, çık aradan!

Bize hep ders kitaplarında “Almanya yenilirse, Türkiye’de yenilir…” diye öğretildi bütün evrensel literatür.
Düğmelerini yanlış ilikleyen, apartman komşumuz, eprimiş fıstık yeşili takım elbiseli tarih öğretmeni bir gün, derste anlatıyordu. Bütün yenilgiler birer destan, bütün cinayetler, hamasi birer hikayeydi.
Lise diplomasını aldıktan ve alnımda bilgilerden bir çelenk haline dönüştükten sonra, hayat beni saçma sapan imtihanlarla sınadı ve silah zoruyla her şeyi teyit ettirdi.
Bir başkasıyla asla savaşa katılmayacaktın, kendi kendine yenilip, kendi kendine delirecektin, bu böyleydi.
Seni, bir seri katil olmaktan alıkoyan nedir bilmiyorum fakat, ben daha büyük düşünüyorum:
“Bir gün Dünya’yı ateşe vereceğim ama, size ayıp olur diye korkuyorum…”

Zincirleme trafik kazası


Her sevgili, ancak bir öncekinden kalan enkazı devralan, beceriksiz birer inşaat şirketi olabilir. Ve her yıkıntı, yeni bir bina kurmak için, el değmemiş düz bir araziden daha çok zahmet gerektirir. Bu böyledir.
Her yeni sevi, zamanında yetiştirilmesi imkansız, yeni bir kat gibidir. Normal şartlar altında, normal yollarla, bir harcın kuruması, ve yeni bir çivi çakmak için uygun anın hazır bulunması uzun zaman alabilir, biliyorsunuz.
“Eğer; şeytanla iş birliği yapamıyorsanız, hiçbir ihaleye girmeyin!”

Bunu film yapıcan aslında muhtar!

Bir gün; hayatımın içine girmiş çıkmış bütün insanlarla, bir başka kent meydanına nazır herhangi bir merdivende karşılaşma isteğiyle dolup taşıyor içim.
Bir gün; eski bir arkadaşımla Kurtuluş Parkı’nda karşılaşmıştık. Misvak kokulu ağzından, kırmızı kurdeleli zamanlardan kalma, saçma sapan birkaç cümle dışında hiçbir şey duymadım. Ersen ve Dadaşlar’dan sohbet açmış olmamız da, yeterince anlamsızdı.
“Senden sonra bir sürü şey oldu…” diyemiyorsan birine, neye yarar ki bir insanın varlığı?

Kısık ateşte bir ömür, benimle haşlanır mısın sevgilim?

Delik deşik edilmiş pankartlara benzer, insanların yüzleri. Bilirsin sayın okuyucu, bu ülkede bütün duvarlarda pankartlar yırtılır, bulmacalardaki adamlara saç-sakal çizilir, kadınlara dökük diş.
Yine bir gün, böylesi bir Nisan akşamı, EskiYeni’nin eski yerinde; şimdiki eski, o zamanki yeni sevgilimle biramızı yudumluyorduk. Fonda Ezginin Günlüğü’nün “Ayrılıkta söylenmiş bir yaz türküsü” çalıyordu. Aslında daha çok bilinç altıma “Bu programda sanal reklam uygulaması yapılmaktadır!” cümlesini zerk ettiğini, o yaz anladım…
“Her sevgili, bir öncekinin enkazını devralır” gibi bir cümle kurmuştum biliyorsun.
Çok sonradan bir gün, yani epey sonraki bir Eylül akşamüstü, Konak Meydanı’ndaki saatin dibinde, önümüzde herhangi bir “Yaz” tehlikesi bulunmadığından, şimdiki eski, o zamanki yeni sevgilimle, önümüzdeki koca bir poşet dolusu midye korosuyla birlikte, hep bir ağızdan söylüyorduk, ve Afşar Timuçin’in kulakları çınlıyordu.
Herkes kendi kaderini kendi mi yazıp yaşıyordu bilmiyorum ama, bir sonraki yaz, kendi kendime, geçen zaman dilimlerine küfrederken buldum kendimi. Kış geçti mi sahiden?
“Bütün şarkılar söylenmiş / haydi ölelim...”

6 Kasım 2013 Çarşamba



Yaşar Süngü, ''Osmanlı''da eşeklerin bile 2 gün izni vardı'' başlıklı yazısıyla, tarihten bazı olayları gündeme getirmiş: Hakka riayet. Amacının, ne kadar geri kaldığımızı, insan olma konusunda ne kadar mesafe almamız gerektiğini anlatmak olduğunu belirtiyor Sayın Süngü.

Avrupalı gözlemiyle anlatılan bir olayda, dikkati çeken uygulamayla eşeklere bile haftada iki gün tatil yaptırılıyormuş.

O zamanda insanların efendi gibi çalışma ve çalıştırma düzeni varmış demek ki.

Bu düzen, ''biz dedik, olacak'' şeklinde miydi acaba, yoksa, ''kanun konulmuş olacak'' şeklinde miydi?

Sayın Süngü''nün yazısında bunun bilgisi yok. Ama, zabıtaların pazarları sürekli kontrol ettiği, eksik tartma işlemine çok ağır ceza ve tazminat korkutmasıyla fırsat verilmediği anlatıldığına göre, uygulama kanun çerçevesinde olmalı.

Osmanlı hayranı görüntüsü veren hükümetimizin de aynı uygulama yapması gerekmez mi peki? Yani kanuna önem vermesi, vatandaşları kanun hükmüne göre hareket etmeye özendirmesi gerekmez mi?

Bugün, çalışanların hak gasplarını önlemeye dönük çalışma yapmaya yanaşmıyor hükümet; yapacakmış, tavırları sergiliyor.

Hükümet olanların kendileri çıkarmışlar kanunu; işe alınanlar haftada 45 saat çalıştırılır demişler... Şu şu sosyal hakları edinirler demişler...

Memurlara, sendikalılara ve yabancı ortaklı işyeri çalışanlarına bu kanun uygulanırken, bunların dışındaki yüzbinlerce çalışan bu kanun kapsamı dışında tutulmakta. İş kurma becerisi olanlar, saf ve gariban buldukları elemanları haftada 55 - 60 saat çalıştırmaktan 45 saat ücreti vermekten vazgeçmiyorlar. Şikayetlerden haberdar olan hükümet üyesi ise insanları oyalıyor.

Çalışma Bakanı, sosyal haklardan mahrum bırakılan çalışanların bu haklara kavuşabilmesi için kanun çıkarmaktan bahsediyordu aylarca önce. Halbuki kanun vardı, sadece uygulaması, bu hakların üzerine yatan kendini bilmezlere sert çıkması gerekiyordu.

Aradan zaman geçti, konuyu anmaz bile oldu Çalışma Bakanı.

Neden acaba?..

Önümüzdeki seçimler için başlatılan süreçte kendinibilmezlerin finansına ihtiyaç duyduğu için mi?

Osmanlı''da eşekler bile çok şanslıymış!.. Türkiye''de başkalarının hizmetinde emek sarfedenlerin şansı ne zaman oluşacak acaba?


İbrahim Faik Bayav
(05.11.2013 13:50)

İsmet'in yasa dışı



İlkokul öğrencisi Fırat okulunda örnek olarak gösterilen çok başarılı bir öğrencidir. Tek hayali öğretmenlik olan küçük çocuğun önündeki en büyük engeli babasıdır. Kazancı yüksek olan bir oto kaporta dükkanına ortak olan Fırat'ın babası Zeki, oğlunun yanında çalışarak bu mesleği devam ettirmesini istemektedir. Annesinin her türlü karşı koymasına aldırmadan babası, Fırat'ı dükkanda çalışmaya başlatır. Yapı olarak narin bir çocuk olan Fırat kaporta dükkanında boyundan büyük işlerin altına girer. Fakat bu arada okumaktan da uzak durmamak için boş vakitlerinde kimseye görünmeden kitaplarını okur.

Hayatın yükü omuzlarına küçük yaşta çöken Fırat, bir gün babasının kaporta dükkanına gelen adamları gözü tutmaz. Gelenler babasının ortağı İsmet'in yasa dışı işler yapan arkadaşlarıdır. Zeki'ye getirecekleri lüks arabaları satması karşılığında komisyon vereceklerini söylerler. Para kazanma hırsı ile yaşayan Zeki bu teklifi anında kabul eder. Fakat gözünü hırs bürüyen adamın gelecek arabaların çalıntı olduklarından haberi yoktur. Lüks otomobiller birbiri ardınca satılır ve Zeki ortağı ile iyi paralar kazanmaya başlar. Hiçbir şeyden haberi olmayan Zeki güvendiği için paraları hesabında tutan ortağı İsmet'ten bir miktar para ister. Zeki'ye büyük bir tuzak kuran ortağı para çekme bahanesi ile arkadaşları ile dükkandan ayrılır. Bu sırada İsmet'in arkadaşları ile olan planlarına gizlice kitap okuduğu yerden kulak misafiri olan küçük Fırat ailesini bekleyen büyük tehlikeyi bertaraf etmek için büyük şans yakalar.

Yapımcılar: Osman Sönmez-Ahmet Sönmez, Yönetmen: Uğur Akça, Senaryo: Mustafa Erdoğan-Eda Karakoç, Görüntü Yönetmeni: Cafer Gebetaş, Dublaj Yönetmeni: Coşkun Tonga, Müzik: Serkan Akgün, Sanat Yönetmeni: Yeliz Eroğlu, Kostüm: Ebru Tunçoktay, Uygulayıcı yapımcı: Recep Bayburt, Genel Koordinatör: Nihat Sönmez, Oyuncular: Emin Yaşar, Tarık Bayrak, Asli Yıldız, Mesut Yiğit, Firuze Mihmar, Umutcan Ateş, Özkan Özgür, Gül Arslan, Burak Gönültaş, Melih Ceylan, Melih Rami Akyol



Öncelikle webmaster olmak ile web sitesi yapabilmek/kurabilmek kavramlarının aynı anlamları taşımadığını bilmemiz gerekir. Bugün çok acemi bir kişi bile basit yöntemler ile web sitesi açabilmektedir.
Peki, Webmaster kimdir?

webmasterWebmaster, web alanında uzman kişilere verilen bir unvandır. Tabi bu unvanlarında alt unvanları vardır; Web yazılımcı, web tasarımcı gibi. Uzman bir web yazılımcısı, tasarım yapamasa da bir tasarımın nasıl olması gerektiğini, ne gibi özellikler taşıması gerektiğini bilir. Çünkü bu sektöre yıllarını vermiştir ve bu bilgi birikimini kazanmıştır. Bu durum web tasarımcısı içinde aynı şekildedir. Böyle bir tanım şu soruyu akla getiriyor; Peki Tasarım ve Yazılım bilgisi olmayan fakat her şeyin nasıl olması gerektiğini bilen biri de Webmaster unvanına sahip mi oluyor? Eğer ki, hem projeyi hem projede çalışan kişileri yönetecek ve yönlendirecek bilgi ve birikime sahip ise o kişide Webmaster oluyor. Tabi bu benim şahsi görüş ve tanımım. Bir tanımda şahsi görüş olur mu? Evet, Webmaster kelimesi ile ilgili birçok tanımla karşılaşabilirsiniz. Buda benim kendime göre tanımımdır.
Peki ya Nasıl Webmaster Olurum?

Webmaster olmak çok kolay olmadığı gibi çok zor bir meslekte değildir. Her işte olduğu gibi bu işte de sabır ve azim gereklidir. Her şeyden önce, bu kararı aldığınız andan itibaren web sitelerine karşı bakış açınız tamamen değişmelidir. Çünkü siz artık bir kullanıcı değil bir üreticisiniz. Gördükleriniz aynı olacak belki ama anladıklarınız farklı olacak. Neyin nasıl olduğu ve başarılı sitelerde ne gibi farklılıkların olduğunu gözlemlemelisiniz. Daha sonra blog oluşturma, web sitesi oluşturma ve yönetim araçları gibi kullanımı basite indirgenmiş yazılımları kullanarak inceleyin. Bir şeyi yapmadan önce onun ve benzerlerinin nasıl işlediğini anlamak başarı açısından çok önemlidir.

Hayalden Çizime, Çizimden Uygulamaya..

Profesyonel bir web projesinin teknik olarak ilk basamağı photoshopdur. Burada öncelikle hayal edilen veya kağıt üzerinde tasarlanan ara yüz çizilerek ne istendiği gözle görülür bir hal alır. Daha sonra bu işin HTML ve CSS kodlanması vardır. Çizim uygun şekilde kesilerek ara yüz kodlaması yapılır. Daha sonra varsa javascript etkileşimleri uygulanır. Ve yazılım aşamasına geçilir. Yazılım aşamasında, veritabanı(MySQL gibi.) ve sunucu tabanlı kodlamalar(PHP gibi.) yapılır.

Bunlar profesyonel bir projede uygulanması gereken adımlardır. Peki ya ben size ne anlatmak istedim? Ben size işleme adımlarını gösteriyorum ki, öğrenmeniz gereken adımları bilin. Teknik olarak öğrenmekten veya nereden öğreneceğinizden bahsetmiyorum. Size lazım olan; bir yol haritası ve can dostunuz Google. Ben size haritanızı göstermeye çalışıyorum. Gerisi sizin sabır ve azminize bağlıdır. Belki, kurs veya özel ders ile öğrenmeyi düşünebilirsiniz. Bu durum tabi ki öğrenmeyi hızlandırabilir(Kişi veya kuruma göre değişir.). Ama bunu asla bir mecburiyet olarak görmeyin. Yapmaya karar verin ve sabırla o kararınızdan dönmeyin. Bu arada çok önemli bir nokta olan SEO(Arama Motoru Optimizasyonu) konusundaki gelişmeleri takip etmeyi unutmayın.
Mesleğinize Saygı Duyun!

Aslında size asıl söylemem gereken; Mesleğinize saygılı olmanız ve mesleğinizin ehli olmaya çalışmanızın gerektiğidir. Tabii ki herkesin mesleğine saygı duymalısınız fakat kendi mesleğine saygı duymayan bir insan ne kendine ne başkalarına saygı duyar. Ne mi demek istiyorum? Hazır script ve templateler ile insanları kandırmayın demek istiyorum. 2000 TL'ye yapılması gereken ve o kadar profesyonellik isteyen bir işi 200 TL'ye amatörce yaparak kendi mesleğinizi küçültmeyin demek istiyorum. Bu mesleği öldürmek için mi yüceltmek için mi çalışıyorsunuz?. Önce bu sorunun cevabını kendinize vermeniz gerekiyor. Saygı unsuru içermeyen bu gibi mesleki durumlar insanda hem kişiliği hem gelişimi hem de sektörü olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum her meslek grubu için aynıdır. Bizim ülkemizde para kazanılan bir iş görüldüğünde, o işten para kazanılmayacak hale gelene kadar herkes o işi yapmaya ve haksız rekabet oluşturmaya çalışıyor. Ben yine de büyük bir ümitle ülkemi web dünyasının zirvesinde görmeyi ümit ediyorum.

3 Kasım 2013 Pazar

Türkiye'nin En Büyük İlahi Sitesi



İnsanların hayatında çeşitli çeşitli aşık olabilecekleri unsurlar vardır. Bazıları annelerine çok tutkun olurlar ve annelerine duydukları aşk hiçbir şeyin önüne geçmez. Bazıları sevgililerine duydukları aşk ile tarihe geçerler. Bazıları ise Allah sevgisi ile dolup taşarlar ve Allaha olan tarifsiz aşkları ile O’na karşı sürekli ibadet etme isteği ile dolarlar.
Böyle insanların hayatlarına müzikten daha çok ilahiler ve insanın duygularını gıdıklayan ezgiler dinlemek ön plandadır. Durum böyle olunca ilahi dinlemek için insanların başvurduğu kaynak ihtiyacı artmıştır. İşte bu noktada ilahi severlerin imdadına yetişen websitemiz ilahidinle-tr  içeriğinde barındırdığı 2000’e yakın ilahi ile siz değerli ziyaretçilerimizin hizmetindedir.
Sitemizde barındırdığımız ilahilerin tek amacı sizlerin bu ilahileri dinleyerek mutlu olması ve manevi şarj olmasıdır. İlahilerin sitemiz üzerinden indirilmesi ya da ücretsiz dağıtımının yapılması gibi durumlar söz konusu değildir. Bunun dışında aradığınız bütün ilahileri de sitemizde bulabileceğinizin garantisini veriyoruz.

Nasıl mı ?
Sitemizin çalışma prensibi en son çıkan ilahileri en kısa sürede sistemimize koyarak siz değerli ziyaretçilerimizin hizmetine sunmaktır. Bu yüzden en güncel ilahileri başka yerde aramanıza gerek kalmadan sitemiz üzerinden rahatlıkla ulaşabilir ve ücretsiz olarak ilahilerimizi dinleyebilirsiniz. Ayrıca eski ilahileri de ismin baş harfiyle arayabilme özelliği sayesinde kolayca bulabilirsiniz.
Sitemizin bir başka özelliği ise Popüler İlahiler menüsü altında yayınladığımız ilahilerdir. Bu bölümdeki ilahiler ziyaretçilerimiz tarafından en çok dinlenen ilahilerdir. Bu menüyü kullanma vesilesi ile daha önce hiç duymadığınız ve bilmediğiniz bir ilahiyi dinleyerek repertuarınıza bir ilahi daha katabilirsiniz.


Türkiye’nin en büyük ilahi dinleme sitelerinden biri olan web sitemizde en popüler ilahileri dinleyebileceğinizi hatırlatır ve siz değerli ziyaretçilerimizi de aramızda görmekten memnuniyet duyacağımızı belirtmek isteriz.